Yevgeni Zamyatin’in 1920’de yazdığı “Biz” (Один), distopik edebiyatın mihenk taşlarından biri olarak kabul edilen ve George Orwell’in 1984 ile Aldous Huxley’in Cesur Yeni Dünya gibi ünlü eserlerine ilham veren çarpıcı bir eser. Kitap, totaliter rejimlerin bireysel özgürlükleri nasıl baskı altına aldığını ve insanların nasıl makineler gibi yönetildiği bir toplumun korkutucu portresini çiziyor.
Distopik romanlara olan tutkum, George Orwell’in 1984 ve Aldous Huxley’in Cesur Yeni Dünya eserlerine olan hayranlığım, beni bu türün köklerine inmeye teşvik etti. “Biz”, bu iki başyapıtın öncüsü olarak kabul ediliyor ve bu romanı okumak, sevdiğim diğer distopik eserlerin arka planını daha derinlemesine anlamama yardımcı oldu. Kitabı henüz okumayanlar için yazının devamı biraz spoiler içeriyor 🙂
“Biz” Romanı ve Düşündürdükleri
“Biz” romanı, Orwell ve Huxley’in yarattığı dünyaların kökeninde yatan bir hikaye sunuyor. Kitap, Tek Devlet adını taşıyan totaliter bir gelecekte geçiyor. Bireylerin isimleri bile yok; sadece numaralarla anılıyorlar. Romanın ana karakteri D-503, bu sistemin bir parçası olarak mühendislik yapan bir kişi. Başlangıçta, tüm yaşamını mantık ve düzen üzerine kurmuş durumda; duygularını bile matematiksel kesinliklerle kontrol etmeye çalışıyor. Ancak I-330 adlı bir kadınla tanışması, onun iç dünyasında büyük bir kırılmaya yol açıyor. Duygular, bireysellik ve özgürlük gibi kavramlar yeniden gün yüzüne çıkıyor.
1984 ve Cesur Yeni Dünya‘daki totaliter toplumlar, bireyin yok edildiği ve insanlığın kontrol altına alındığı yerlerdi. “Biz”, bu dünyaların temellerini daha anlaşılır kılıyor. Zamyatin’in anlattığı dünyada, Orwell’in 1984’ünde olduğu gibi her şey devletin kontrolü altında; Huxley’in Cesur Yeni Dünya’sında olduğu gibi, insanlar üzerindeki bu baskı, onların mutluluğu ve refahı adına yapılıyor. Fakat Zamyatin’in yaklaşımı, bu iki eserin sunduğu dünyalardan bile daha soğuk ve mekanik bir dünya tasviri sunuyor.
“Biz”, 1984 ve Cesur Yeni Dünya: Bir Karşılaştırma
Zamyatin’in “Biz” romanı, Orwell ve Huxley’in eserlerine kıyasla daha soyut ama bir o kadar da çarpıcı bir distopya sunuyor. Orwell’in 1984’ünde, Büyük Birader’in gözetimi altında yaşayan insanlar, sürekli bir korku içinde varlıklarını sürdürmek zorunda kalıyorlar. Oysa Zamyatin’in dünyasında, bu korku, mekanik bir itaatle yer değiştirmiş durumda. İnsanlar sadece itaat etmiyor, bu itaatten zevk almayı öğrenmiş gibiler.
Huxley’in Cesur Yeni Dünya’sı ise daha farklı bir yaklaşımla bireylerin özgürlüklerini mutluluk ve haz uğruna feda ettiği bir dünya çiziyor. Zamyatin’in Tek Devlet’inde ise haz ya da mutluluk gibi kavramlar bile gereksiz görülüyor; önemli olan tek şey, toplumun uyumlu bir makine gibi işlemesi.
Orwell ve Huxley’in eserlerini severek okumuş biri olarak, Zamyatin’in bu eseri bana, distopya türünün ne kadar geniş ve çok katmanlı olabileceğini gösterdi.
“Biz”: Düşündürdükleri ve Bendeki Yansımaları
“Biz”’i okurken, Orwell ve Huxley’in yarattığı dünyalar kadar çarpıcı, fakat bir o kadar da benzersiz bir atmosferle karşılaştım. Zamyatin’in yarattığı bu totaliter dünya, insana dair olan her şeyi — aşkı, sanatı, özgürlüğü — sistematik bir şekilde yok eden bir düzenin karanlık yüzünü ortaya koyuyor. Kitap, Tek Devlet’in bireyi nasıl bir dişliye dönüştürdüğünü gösterirken, aynı zamanda bireysel özgürlüğün ve içsel isyanın ne kadar güçlü olabileceğini de vurguluyor.
Özellikle D-503’ün I-330 ile tanıştıktan sonra yaşadığı içsel çatışmalar beni derinden etkiledi. D-503, hayatını matematiksel kesinlikler üzerine kurmuş bir mühendisken, birden bire kendi varlığını sorgulamaya başlıyor. “Ruh” dediği şeyin aslında kendisinde olup olmadığını bile bilmiyor ve bu belirsizlik, onu Tek Devlet’in katı düzeninden koparıyor. “Ruh” kavramını ilk defa keşfettiğinde hissettiği korku ve heyecan, özgürlüğe dair içsel bir uyanışı simgeliyor. Bu an, benim için kitabın en güçlü anlarından biriydi. Çünkü bu sahne, insan ruhunun ne kadar zaptedilemez ve güçlü olduğunu ortaya koyuyor.
Kitapta yer alan “Duvar” metaforu da oldukça etkileyiciydi. Tek Devlet’i dış dünyadan ayıran bu devasa cam duvar, sadece fiziksel bir sınır değil; aynı zamanda düşüncelere ve duygulara da ket vuran bir engel. D-503’ün bu duvarı aşma arzusunu hissettiği anlar, insan doğasının sınırları zorlamaya olan yatkınlığını ve özgürlüğe duyulan açlığı mükemmel bir şekilde yansıtıyor. Bu duvar, bana Orwell’in “1984”’ündeki “Gerçek Bakanlığı” ve Huxley’in “Cesur Yeni Dünya”’sındaki “Savunma Mekanizmaları” kadar etkileyici bir sembol olarak göründü.
Son olarak, D-503’ün devlet tarafından “iyileştirilmesi” ve duygularından arındırılması, totaliter rejimlerin birey üzerinde kurabileceği en korkunç kontrolü gözler önüne seriyor. Bu son, insan ruhunun ne kadar kırılgan olduğunu ve bu kırılganlığın nasıl istismar edilebileceğini anlatıyor. Zamyatin, özgürlüğün bedelini ve bu bedelin ne kadar ağır olabileceğini ustalıkla betimliyor.
Eğer 1984 ve Cesur Yeni Dünya’nın kasvetli dünyalarında kaybolmaktan keyif aldıysanız, “Biz” sizin için vazgeçilmez bir deneyim olacak. Bu kitap, sadece distopik edebiyatın bir öncüsü değil; aynı zamanda insanın içsel direnişinin ve özgürlüğe duyduğu özlemin destanı gibi. Zamyatin’in kalemiyle çizilen bu karanlık dünya, bende derin izler bıraktı ve okuma deneyimimi daha önce hiç olmadığı kadar zenginleştirdi. “Biz”, sadece bir kitap değil, insan doğasına dair bir uyarı, bir hatırlatma ve en önemlisi, bir çağrı niteliğinde.
What do you think?
It is nice to know your opinion. Leave a comment.